“ Günebakan çiçeğinin kaderidir güneşe bakarken olmak ve yine ona bakarken solmak. Her hasret duyulan gibi, ışık da iki ucu keskin bıçak….“ demiş Mevlana Celaleddin Rumi… bu sözün üstüne daha önce bir çok mitoloji konusu olan günebakanın hikayesini paylaşmak geldi içimden…
 Uçsuz bucaksız tarlalarda, başını her daim dik tutmaya çalışan günebakanlar, nam-ı diğer ayçiçekleri. Yüzünü güneşe dönmüş, aydınlığı arayan çiçektir günebakan; Bulutların arasından süzülen huzmelere sevinçle dönen ama sonunda güneşin battığını görünce boynunu büküp yere bakan…
Gönlü kuş gibi olanların, zamana tutsak olmayıp başına buyruk yaşayanların ve denizini arayanların çiçeği o… Günebakan, hemen her kültürde var olan mitolojik bir sembol. Kendine güneşi kılavuz edinmiş bu çiçek, gövdesinde kainatın matematiğini taşıyor. Nasıl mı diyeceksiniz söyleyeyim hemen: içyapısı, Fibonacci sarmalı diyebileceğimiz bir düzen içinde. Tohumlar, Fibonacci sayı dizisi 0,1,1,2,3,5,8 sıralamasına göre dizili. Ayrıca altın orana uygun olarak 137 derecelik açıyla sıralanıyor tohumlar. Bu diziliş tohumların aynı boyda olmasını, merkezde sıkışmamasını sağlıyor, kenarlarda alan kaybını önlüyor. Altın oranın mükemmel bir örneği. Tıpkı İnsan vücudunun o insanüstü formülü gibi Güzelliği ile tarih boyunca sanata ilham veren günebakanlar güneşten aldıkları enerjiyi birbirleriyle paylaşarak güçlenen, kolektif bilince sahip çiçeklerdir. Günebakan çiçeği, sabahları doğuya bakarak güne başlar ve günün ilerleyen saatlerinde güneşi takip ederek batıya döner. En sonunda da boynunu eğip uyumaya geçer; bu Günebakan bize ne kadar benziyor değil mi ? Sabah uyanıp, güneş batınca bizde kabuğumuza çekilmiyor muyuz!! Evet bir rivayete göre günebakan güneşe aşık olduğu için ona benzermiş; Sevenlerin birbirine ayna olması, zamanla birbirine benzemesi gibi. Günebakanın kendine olan aşkından emin olan kibirli güneş,  günebakanı aşkı ile kavururmuş; aşık olanların birbirlerinin canını yaktığının bir örneği daha… 
Zamanın yolculuğunda yorgun düşen günebakanlar, güneşin hareketine göre durumlarını değiştirir. Onlar, takip ettikleri ışığa aşıktırlar. Tıpkı aşkından yanan iki aşık gibi, tıpkı birbirine sevdalı iki insan gibi… karanlıklardan sıyrılıp gecelerden kaçıp yaza, bahara, ışığa doğru yönelirler. 
“Günebakan” aslında tam olarak ismini yansıtan bir yaradılış hikayesine de sahip.
Efsaneye göre; ‘ölümlüler arasında pek çok güzel genç kız vardı. Bu genç kızlar sabahları nehir kenarına iner, sularla oynar, şarkılar söyler ve yakışıklı Tanrı Apollon’un ilgisini çekmeye çalışırlarmış. Sanatın, müziğin ve güneşin tanrısı Apollon, her sabah atlarının çektiği arabasıyla gökyüzünde süzülür; genç kızlar göğe bakarak iç geçirir ve Apollon’un kendilerine aşık olması için dua ederlermiş. Çapkınlığıyla ünlü olan Apollon, genelde bu duaları geri çevirmez güzel kızlarla aşk yaşarmış. Ancak günün birinde aşkına karşılık bulamayan, günden güne eriyip solan bir genç kız, yeni bir efsanenin doğuşuna sebep olmuştur.
Pers Kralının güzeller güzeli iki kızı varmış. Bu kardeşlerden büyüğü, güneş tanrısı Apollon’a taparcasına aşıkmış. Her gün şafak doğmadan uyanır ve son gün ışığı dağların ardında kaybolana kadar Apollon’u izlermiş. Fakat Apollon, karşılık verememiş çünkü o küçük kız kardeşine aşıkmış. Taparcasına aşık olduğu Apollon ve kız kardeşi arasındaki bu aşkı kaldıramayan ablası, inanılmaz bir kıskançlık krizine girmiş ve kız kardeşini babasına şikayet etmiş. Baba, olanları öğrenince çok öfkelenmiş ve kızının diri diri toprağa gömülmesi için emir vermiş. Sevgilisinin birden bire yok olmasıyla sarsılan Apollon, ümitsiz bir acıyla onu aramış ve onun cansız bedenini topraktan çıkarıp Sığla Ağacı’na dönüştürdükten sonra artık göklerde görünmemeye başlamıştır. Aşkı, ruhunu ve bedenini iyice ele geçiren abla ise çılgınlar gibi gökyüzünde Apollon’u arıyor, göklerde ufacık bir umut ışığı belirse sürekli ışığı takip ediyormuş; hiçbir şey yiyip içmiyor, Apollon’u görürüm umuduyla oturduğu nehir kenarından hiç kalkmıyormuş. Ancak Apollon, görmüyor, ilgilenmiyor, duymuyormuş onu. Dokuz günün sonunda bu duruma üzülen Zeus, kızın gövdesini solgun, zayıf bir ota, başını ise tıpkı saçları gibi altın sarısı bir çiçeğe dönüştürmüş ve Apollon’u görebilsin diye başını devamlı güneşe çevirmiş.’ İşte bu yüzden çoğu dile güneş çiçeği olarak yerleşmişti bu umutsuz aşkın çiçeği. Kare kare fotoğraf çektirdiğimiz günebakan çiçekleri, belki de çaresiz bir aşık olarak köklendiği topraklarda günün ilk ışıklarıyla beraber Apollon’u takip ediyor, yeryüzüne akşam çökünce hüzünle boynunu büküp yaşadığı aşkı düşünüyordur, kim bilir?