Çerkezköy Bakış - Süleymanpaşa Belediye Başkanı Cüneyt Yüksel’in daveti üzerine, Cumhuriyetimizin kuruluşunun 98. yıldönümü kutlamaları kapsamında, Tekirdağ’da görevli basın mensupları Ankara’ya gitti. Ankara programı kapsamında TBMM Başkanı Prof. Dr. Mustafa Şentop, gazetecileri ve Süleymanpaşa Belediye Başkanı Yüksel ile bir araya geldi.

“TEKİRDAĞ’I AYRICA TAKİP EDİYORUZ”

Burada açıklamalarda bulunan ve çalışmalarıyla ilgili değerlendirmeler yapan TBMM Başkanı Şentop,
“Salgınla ilgili biraz bir rahatlama ortaya çıktığı için eylül ayından itibaren arttı faaliyetler. Eylül ayından bu yana da parlamento başkanları toplantısı oldu. Daha sonra bir Kazakistan’a ziyaretimiz oldu. Daha sonra G20 ülkelerin parlamento başkanları toplantısı oldu. Önümüzdeki günlerde de bir Polonya ziyaretimiz olacak. Ondan sonra Makedonya, Sırbistan ve Karadağ ziyaretlerimiz olacak. Muhtemelen Katar ziyareti olacak Aralık ayı sonuna kadar. Bunun dışında ayrıca Asya Parlamenter Asamblesi dönem başkanıyım 3 senedir. Asya ülkeleri parlamentolarının üye olduğu. Bunun dışında onun toplantısını yapacağız. İstanbul geneli işbirliği Parlamenter Asamblesi var, onun toplantısını Aralık ayında yapacağız İstanbul’da. 54 ülke katılıyor. Bu arada İspanya ziyareti yapmıştık. İkili ziyaretti. Dolayısıyla çok yoğun yurtdışı trafiğimiz vardı. Bir faydası oluyor mu oluyor. Türkiye’nin tezlerini, görüşlerini yurtdışında parlamenter düzeyinde dile getirmiş oluyoruz. Tekirdağ’ı ayrıca takip ediyoruz. Ama gelip gitmeyi daha fazla arzu ettiğim halde yapamıyoruz. Ama böyle vesilelerle bir araya gelebiliriz.” dedi.  

“BELKİ YÜZYILLARCA ORTAYA ÇIKMAYAN BİR TABLOYLA KARŞI KARŞIYAYIZ”

Şentop, “Türkiye’nin yurtdışından görünüş, yurtdışından Türkiye’ye bakmak çok farklı. Bugün bu eleştiren arkadaşlar, Türkiye’de olup biten arkadaşların hepsi istisnasız yurtdışına ya hiç çıkmamış veyahutta yurtdışına bazı özel sebeplerle gitmiş veya tatil sebebiyle giden arkadaşlar. Yurtdışına gidip orada çeşitli siyasetçilerle, gazetecilerle toplantı yapıp Türkiye hakkında onların görüşlerini dinleyip bir bakış açısına sahip olmayan arkadaşlar. Ben giderken farklı farklı arkadaşlar götürüyorum yanımda. Gelenlerin görüşleri değişiyor. Çünkü hani Türkiye’de böyle evinden dışarıya çıkmayan adamın piyasayla ilgili görüş beyan etmesi gibi bir şey bu. Hane halkıyla konuşuyor sadece. O kanaatlerle değerlendiriyor sadece memleketle ilgili, şehirle ilgili, mahallesi ile ilgili. Tabii dünya çok bütünleşti. Herkes her şeyi biliyor. Gittiğimiz her ülkeden bir kere hani buradakilerin anlattığı gibi tuhaf böyle bir ülkeler vs. Türkiye gibi bir hava yok. Türkiye’ye de cumhurbaşkanımıza da herkesin çok büyük saygısı var. En son Avusturya Viyana’daki toplantıda meclis başkanı daha önce de tanıştığımız birisi. Gitmeden önce de ziyarete gittiğimiz ülkelere birkaç gün öncesinden bir mülakat veriyoruz. En çok yayın yapan, satan gazetelere veya ajanslarına. Bizim orada gittiğimiz gün de, ilk gün mutlaka bizim beyanatlarımız gazetelerde yer alıyor ve gündem oluyor. Mesela Viyana’da 2 gün bizim Avusturya’ya yönelik eleştirilerimiz gündem oldu. İlk gün ajans yayınladı. Daha sonra resmi bütün belli başlı gazeteler de yayınladılar. Görüştüğümüzde de meclis başkanı falan o gazetelerdeki manşetler üzerinden konuları açıyor, görüşürken. Ayrıca şimdi işte görevi bırakan başbakan ile kapanış resepsiyonunda görüştük. Ben o zaman kendisine de söyledim. Meclis başkanıyla dostluğumuz var sizin meclis başkanınızla. Birçok konuda aynı fikirde değiliz. Ama farklı görüşlerimizi konuşup tartışabiliyoruz. Arkadan konuşmak, görmeden, tanışmadan konuşmak yanlış bir şey dedim. O da haklısınız falan dedi. Şimdi Türkiye ile ilgili tabii şüphesiz birçok ülkede de rahatsızlıklar var. Bu rahatsızlıklar bizi memnun edecek sebeplere dayanıyor. Niye? Türkiye büyüyor, güçlü bir ülke halinde, Türkiye’nin görüşü kararı çok önemli. Mesela Afganistan konusu çok merak edilen konulardan birisi birçok ülkede. Türkiye’nin bu konudaki görüşü, bilgileri, geleceğe dair Türkiye’nin tahminleri nelerdir bunları herkes merak ediyor. Bir taraftan tabii şeyden genel olarak rahatsızlıklar, endişeler var. Afganistan’da ortaya çıkabilecek görüşle ilgili. Bir taraftan da birçok ülkenin elçiliğine, diplomatlarına, oradaki görevlilere ABD dahil Türkiye tahli edebildi. Çünkü havaalanı kontrolü ve yine Afganistan’da şu anda birkaç ülkenin elçiliği faal durumda. Bunlardan birisi Türkiye. Bu bakımdan birçok alan yani ekonomi de dahil olmak üzere sağlıkla ilgili özellikle bu salgın sürecinde Türkiye’nin yönetimi en son Avrupa Birliği’nin ilerleme raporu ortaya çıktı. Orada birçok konuda Türkiye’ye eleştiriler yapıyorlar ama o eleştirileri yapanlar da bilmiyorlar ki salgın sürecini Türkiye çok iyi yönetti hem sağlık açısından hem ekonomi açısından. Sıkıntılar var mı evet var tabii ki. Bu yaşadığımız salgın süreci dünyada şimdilik 100 yılda bir ortaya çıkan falan deniliyor ama belki yüzyıllarca ortaya çıkmayan bir tabloyla karşı karşıyayız. Sonuçta İspanyol gribinden bahsediliyor. 1915-1916’larda başlamış devam eden ama o zaman tabii dünya nüfusu ile şimdiyi mukayese etmek mümkün değil. Yine aynı şekilde o salgının ekonomik etkileriyle bugünü mukayese edebilmek mümkün değil. Bu çapta bu kapsamda bir salgın hem sağlık yönetimi hem ekonomi yönetimi bakımından çok büyük bir ölçekte salgın. Şimdi bunun şüphesiz sıkıntıları ortaya çıkıyor. Belki ileride daha da çıkacak. Ve bizim de şu anda bu sürecin ne olacağına dair, çeşitli varyantları görüyoruz zaman zaman ortaya çıkıyor.  Tam kontrol altındadır diyemiyoruz henüz. Dolayısıyla çok farklı ve bilinememezleri olan bir tablo ile karşı karşıyayız. Önemli olan bunu yönetebilmek. Tabii çok daha fazla ekonomik imkanları olan ülkeler var. Mesela ABD gibi, Avrupa’da bazı ülkeler gibi. Ama onlarda da benzer sıkıntıları görüyoruz. Sonuçta Almanya’da eylül ayı itibariyle yıllık enflasyon yüzde 14 idi. Bu 47 yıldır ilk defa Almanya’da bu kadar yüksek bir oran çıkmış. Ama geriye dönük bakarsak hazirandan itibaren 7,5’tan 9’a, oradan 12,oradan 14’e çıkmış. Muhtemelen yıl sonuna doğru belki daha da fazla bir sayıyla karşılaşılacak. Almanya’nın yanı sıra başka ülkelerle ilgili de benzer şeyler söyleyebiliriz.” Dedi.

“TÜRKİYE’NİN BU SÜREÇTEKİ BAŞARISI BU ANLAMDA TAKDİR EDİLİYOR”

Şentop, sözlerine şöyle devam etti: “Biz de Türkiye olarak eldeki imkanlarla en iyi şekilde yönetmeye çalışıyoruz. Türkiye’nin bu süreçteki başarısı bu anlamda takdir ediliyor. Bakın ben Türkiye ile ilgili değerlendirme yapan siyasetçilere öncelikle onu sormak lazım. En son ne zaman yurt dışına çıktınız diye. Destek vermek lazım yurtdışına çıkan siyasetçilere Türkiye’yi oradan görebilsinler. Bir defa şunu söyleyeyim Türkiye sadece bu vatan sınırlarımız içinde bir fitil vatan sınırlarının içinde bir fitil olmaktan daha büyük bir şey. Veya başka tabirler Türkiye fitili Türkiye’den daha büyük bir şey. Bunu her yerde görüyoruz. Türkiye bilhassa dünyadaki mazlum kitleler tarafından her zaman örnek alınan, gıpta ile bakılan bir ülke haline geldi. Asya’da da, Afrika’da da öyle. Avrupa’da da birçok özellikle doğu Avrupa ülkelerinde de aynı. Türkiye’nin tabii tesir gücünden etkisinden rahatsız ülkeler de var. Eski Türkiye’ye alışık olan kolayca dışarıdan uzaktan kumandayla yönetilen bir ülke olarak gören buna alışmış olan ülkeler var. Kolayca ekonomik krizden çıkartılan, sosyal krizden çıkartılan bir ülke olarak görmek isteyenler de var. Onların bir takım çalışmaları var. Biz de çalışacağız tabii Türkiye artık öyle bir ülke değil. Ama dediğim gibi birtakım sorunlarla karşı karşıyayız. Bunların en önemlisi yaşadığımız salgın dönemi. Sadece Türkiye’ye mahsus değil, bu yüzyılın en önemli sorunu bu. Ben Türkiye’ye yönelik yapılan değerlendirmelerin çoğunda Türkiye’deki durumu abartan, yaşananları görmezden gelen ve Türkiye’ye karşı ağır eleştiriler içeren değerlendirmeleri bir haksızlık olarak görüyorum. Böyle bir anlayışla kavrayabilmek ve Türkiye’yi yönetebilmek de mümkün. Malum Türkiye İHA üretmeye başladı. Sonra SİHA üretmeye başladı. Şimdi TİHA üretiyor. SİHA silahlı insansız hava aracıydı. TİHA taarruzi insansız hava aracı. Eskiden SİHA’larla operasyonlar yapıyorlardı. Şimdi ise uçakla bombardıman yapabilen, savaş uçağını taşıyabilen insansız hava aracı. Türkiye bunu üretti. Tabii dünyada bunu yapabilen aşağı yukarı 4 ülke var toplamda. Ama bu şekilde Türkiye’nin elde etmiş olduğu mesafeye ulaşan bu 4 ülke arasında da belki bir veya iki ülke vardır. Türkiye’nin bu anlamda bu çalışmalarda muharebelerde temel paradigma anlayışını değiştirdiğini ifade ediyor savunma ile ilgili yazılan kitaplarda, eserlerde. Bunun örneklerini de gördük. İşte bir tanesi ilk önce Libya’da yapmış olduğumuz anlaşma ile ilgili dengeler değişti. Mesela İtalya’da muhataplarımızla görüşürken Türkiye’nin Libya’da aralık ayında seçim olacak 28 Aralıkta biz onu da destekliyoruz. En sonunda Libya’da nihayet halkı seçtiği bir hükümetin yönetmesini istiyoruz. Ve bunlar zemin oluşturacak şeyler. Türkiye’nin katkılarıyla ortaya çıktı. Eğer bu olmasaydı şimdi böyle bir Libya ortaya çıkmayacaktı. İleride bir göç dalgası doğurabilirdi. Hem başka ülkelerden gelen hem Libya’dan gelen Avrupa’ya doğru en başta İtalya olmak üzere birçok Avrupa ülkesini etkileyecek bir tablo. Ama Türkiye’nin yeni geliştirmiş olduğu teknolojilerle bunu başardık. En son Azerbaycan’da ikinci Karabağ Savaşı dediğimiz, Dağlık Karabağ’daki tabloyu Türkiye’den Azerbaycan’ın satın almış olduğu bu silahlarla Azerbaycan başardı. Yoksa 30 yıl devam eden bir işgal tablosu vardı orada. Ben hem savaşın olduğu zamanlarda sanıyorum bugünlerde 22 Ekim olması lazım Azerbaycan’a gitmiştim. Gence’yi de ziyaret etmiştik. Orada şehit edilen, yaralanan kız çocukları, en çok üzüldüğüm sanıyorum 5-6 yaşlarındaydı gözünü kaybetmişti bir çocuk. Savaşan unsurlarla ilgili bir şey diyemezsin. Askerler aralarında savaşıyorlar orada. Tabii ki yaralama, öldürme doğru değil, hoşumuza gitmiyor ama olabilir bir şey askeri kişilerle ilgili. Savaş çatışma sırasında sivillere yönelik saldırıların hiçbir yerde savaşla ilgili olarak yapılan uluslararası metinlerde vs. sözleşmelerde yeri yok. İnsanlığa karşı bir suçtur bu. Bunun örneklerini orada gördük. Ama 30 yıldır devam eden işgal tablosu. Aşağı yukarı 40 gün içinde tamamen ortadan kalktı ve Azerbaycan topraklarının yüzde 20’si işgal altındaydı. Azerbaycan bunu kurtardı. Bu konuda Türkiye’de üretilen teknolojilerin çok büyük faydası görüldü. Bunun dışında başka yerlerde de benzer şeyler var. Bu büyük bir başarıdır. Bu neyi gösteriyor? Yüzde 12’ler civarında savunma sanayi alanında yerlilik söz konusu iken şimdi yüzde 70’lerin üzerine çıkmış durumda. Daha fazla da olur ama mesela diyelim ki cıvata daha ucuzsa niye yurtdışından almayasınız. Bazı şeyler biraz da önemli olmayan parçalar bakımından bazı şeyler de var. Ama esas teknolojileri, işin ana temel kısımlarını Türkiye üretiyor. İnsanlar için olduğu gibi devletler için de yıldızın parladığı anlar vardır. Biz Türkiye için bu yıldızın parladığı anları yaşadığımızı düşünüyorum. Bu sorunumuz yok anlamına gelmiyor. Sorunlar çözülse de yeni sorunlar çıkacak. Öyle bir dünyada yaşıyoruz.

“BİZ BUNU KALICI HALE GETİRMEK İÇİN HÜKÜMET SİSTEMİ DEĞİŞİKLİĞİNİ YAPTIK”

Türkiye’nin nüfusu çok büyük. 85 milyon nüfusumuz var. Bu da çok önemli bir güç. Yavaş yavaş stratejik bir güç. Her zaman öyleydi ama öneminin anlaşılması bakımından çok önemli bir güç haline tekrar geliyor. En büyük stratejik unsur. Özellikle yetişmiş nüfus ve genç nüfus. Türkiye nispeten genç nüfusa başka ülkelerle mukayese edildiğinde bu anlamda ve erişmiş nüfusa sahip. Bu bakımdan başta tabii ne borçluyuz bütün bunları? Bunları bir siyasi istikrara borçluyuz. Daha önce Türkiye’de 2000 yılına kadar hükümetlerin siyasi ömürleri 1,5 yıl ortalaması. Yani 1,5 yıl hükümet programı yapmak yürütebilmek açısından çok kısa bir zaman. Kaldı ki burada bir koalisyon hükümeti söz konusu olduğu zaman bir ortak program yapabilmek farklı farklı konuları bakanlara dağıtabilmek, koordinasyonu sağlayabilmek falan çok sıkıntılıydı. Dolayısıyla Türkiye’de en önemli problem bir istikrar problemiydi. O problem aşağı yukarı 2002’den bu yana 19 yıldır aşılmış durumda. Biz bunu kalıcı hale getirmek için hükümet sistemi değişikliğini yaptık. Ve tuhaf bir şekilde muhalefet tabii hükümet sistemi değişikliği ile ilgili tartışma yapmaya çalışıyorlar. Ama biraz da Türkiye’de yaşanan bu sıkıntıları aşağı yukarı bu yeni hükümet sistemine bağlayacaklar. Bu kolay bir iş tabii, yaşanan her sıkıntıyı hükümet sistemine bağlamak. Karşılığında ne öneriyorlar? Güçlendirilmiş parlamenter sistem öneriyorlar. Şimdi güçlendirilmiş parlamenter sistem deyince bir güçlendirilmiş kelimesi var bir parlamenter sistem. Bu sanki parlamento güçlendiriliyormuş gibi anlıyorsunuz. Onlar da öyle anlaşılsın istiyorlar. Halbuki bu güçlendirilmiş veya iyileştirilmiş parlamenter sistem dediğimiz şey parlamentonun değil hükümetin güçlendirildiği sistemdir. Yani anayasa hukuk kitaplarında bundan bahseden kitaplarda güçlendirilmiş parlamenter sistem parlamentonun değil hükümetin güçlenmesini ister. Hükümetin kurulmasını kolaylaştırıyor. Hükümetin düşmesini zorlaştırıyor. Hükümete düzenleme yapma konusunda kanun hükmünde kararnameler gibi hususlarda yetki veriyor. Zaten bu sistemle de hükümeti güçlendirdik biz yani. Cumhurbaşkanlığı sisteminin özelliği o. Şimdi hükümet çok güçlü diye şikayet edenlerin hükümeti zayıflatacak parlamentoyu güçlendirecek bir öneri sunması lazım. Bula bula ortaya koydukları güçlendirilmiş parlamenter sistem. Onlar için hükümeti güçlendiren parlamentonun varlığı yetkilerini sınırlayan bir öneri aslında. Zaten güçlendirilmiş bir hükümet var ortada. O zaman neyi şikayet ediyorsunuz? Böyle bir tuhaflık, ama şüphesiz tabii bu sistem tartışmaları önümüzdeki 2023 seçimlerine kadar devam edebileceğini düşünüyorum. Ondan sonra bunlar kapanır ve Türkiye yoluna devam eder. Dünyada birçok ülkede de hükümet sistemi tartışmaları, arayışları var. Hızlıca Avrupa’ya ilk baktığımızda salgın sürecini başlangıçta en sıkıntılı yaşayan ülkeler İtalya ve İspanya. Bu iki ülkeyi diğerlerinden ayıran şey nedir? İtalya’da çok kısa ömürlü hükümetler, koalisyon hükümetleri yaşıyor. Bu salgın sürecinde bile birkaç hükümet değişti. İspanya’a tam salgın sürecinde bir seçim yaptı. Bir uzun ömürlü hükümet çıkaramadı. Dolayısıyla bu sürecin gerektiğinde de güçlü istikrarlı siyasi yapıya, güçlü hükümetlere ihtiyaç var. Şu an Avrupa’da hükümet kurma sıkıntısı yaşayan 7 ülke var şu anda. Bu salgın sürecinde onu gösterdi ki hızlı bir şekilde kurulanlar güçlü desteğe sahip hükümetlerin de bir ihtiyaç olduğunu bu süreç ortaya çıkardı. Bu sebeple birçok ülkede şu anda yeni hükümet sistemi ile ilgili tartışmalar var. Başkanlık sistemi monarşilerde olmuyor. Başkanlık sistemi sadece cumhuriyetlerde olabiliyor.  Avrupa ülkelerinin bir kısmı monarşik krallıklar. Dolayısıyla onlara başkanlık sistemi önermek doğru değil. Onların bir sistem değişikliği yapma imanı yok. Ama cumhuriyet olan ülkelerde bu konular tartışılıyor. Bu bakımdan Türkiye’nin bu yapmış olduğu değişiklik istikrarı kalıcı hale getirmek değişikliği hükümet sistemi değişikliği. Daha sonra hani bu değiştirmek falan meselesi anayasa değişikliği gerektiren bir husus. Sanki hani 2-3 genel başkan anlaşırsa bu iş olacakmış gibi duruyor ama öyle değil. Anayasa değişikliği yapmak lazım. En az 360, parlamentonun 5’te 3 çoğunluğunu elde etmek lazım. Bu da yetmiyor bu değişikliği yaptıktan sonra referanduma sunmak, halk tarafından da kabulünü sağlamak lazım. Dolayısıyla bu ancak anayasa değişikliği ile olabilecek bir husus. Türkiye’deki siyasi akışı tersine çevirebilecek bir gelişme bugüne kadar hiç yaşanmamıştır. Cumhuriyet tarihine baktığımızda halka ait yetkileri hiçbir zaman geri vermek şeklinde bir irade ortaya koymamıştır. Bu bakımdan halkın hükümeti doğrudan oyunu kullanarak, parlamentoyu ayrı seçiyor, hükümeti ayrı seçiyor bu sistemleri geriye bölmek ihtimaline ben halkımızın referandum noktasına kadar gelirse böyle bir şeyi asla kabul etmeyeceği kanaatindeyim. Bu tabii 3-5 kişinin bir araya gelerek hadi yeni bir sistem deneyelim gibi verdiği bir karar değil. Türkiye 50 yıldır 1961’den itibaren hükümet sistemini tartışmış. Bununla ilgili birçok örnekler elimizde. Türkiye sürekli istikrar için böyle bir arayış içinde olmuş. Gelinen nokta sonunda halkın oylarıyla kabul edildi. Gittiğimiz her ülkede tabii hem parlamento başkanları ile hem de hükümetten yetkililerle temas ediyoruz. Türkiye bu salgın süreci başladığında 156 ülkeye sağlık malzemesi yardımında bulundu. Maske başta olmak üzere bazı ülkelere solunum cihazı gönderdik. Çok zengin miyiz onun için mi gönderdik. Hayır onun için değil. Gönderdiklerimiz o ülkelerin sorunlarını çözecek şeyler miydi? Hayır. Ama mesele şu, böyle bir zor dönemde, herkesin kendi derdine düştüğü dönemde Türkiye 156 ülkeye ufak da olsa yardımda bulundu. Onun için görüştüğüm bütün başkanlar konuşmalarına teşekkürle başlıyor. Böyle bir dönemde bir panik içinde olunduğu bir dönemde bu tür yardımlarda bulunmak çok önemli. Türkiye’nin temel dış politikasının esası da bu. Bazı ülkelerde tartışıyoruz. Ve zaman zaman gerginlikler yaşıyoruz ama dünyada her ülke Türkiye’nin o zor dönemde kendilerini de hatırladığını biz bu dünyada yalnız değiliz başka insanlar da var. Hepimiz beraber bu mücadeleyi yürütmeliyiz anlayışı içinde insani ve vicdani bir dış politika yürütüyoruz. Bunu yapıyoruz ve bunun çok büyük etkileri var. Her yerde bunu görüyoruz. Bu açıdan tabii bu aylar yurt dışı temaslarının yoğun olacağı bir dönem olduğu için bu bağlamda konuya bu pencereden bakmayı tercih ettim. Dolayısıyla dünyayı tanımadan Türkiye’yi tanıyabilmek, dünya içinde Türkiye’nin konumunu görebilmek bunu başaramadan Türkiye hakkında sağlıklı bir takım çözüm önerileri ortaya koymak mümkün değil. Türkiye bundan 20-30 sene öncesinin Türkiye’si değil. Türkiye’yi kavrayabilmek de ayrıca bir bakış açısı istiyor. Bu bakımdan ben Türkiye’yi kötüleyen, Türkiye’de olup biteni görmezden gelen yaklaşımları Türkiye’ye karşı, bizim gücümüze karşı yapılmış bir haksızlık olduğu kanaatindeyim. “

Editör: TE Bilisim