Yıllardır zikredilen ama çok da önemsenmeyen felaket senaryosu bir gece aniden gerçekleşmeye başlamıştı.

Düşman orduları kış mevsimini fırsat bilerek bir gece yarısı 10 ile ani bir çıkarma yapmış ve bu illerin yaklaşık %40 ını ilk saldırıda yıkıma uğratmıştı.

Saldırıya uğrayan bölge halkı telaşlı bir şekilde bir yandan kendi yaralarını sarmaya çalışıyor diğer yandan ise merkezden gelecek yardımları bekliyordu.

Saldırıyla oluşan enkazlardan kimileri kendisi çıkarken kimileri ise komşularının yardımıyla hayata tutunmuştu.

Fakat kurtulan hiç kimse cephesini terk etmiyordu.

Her enkaz altından çıkan kişi üzerindeki elbiseyi elleriyle çırparak başka bir enkazdan kardeşini, dostunu, komşusunu kurtarmak için öne atılıyordu.

Herkes, sabahın ışıklarına kadar düşmana karşı koymakta kararlıydı. Artık gün doğmuş ve gecenin karanlığındaki saldırının oluşturduğu yıkımın büyüklüğü gün yüzüne çıkmaya başlamıştı.

Gün yüzüne çıkan görüntüler he ne kadar çok kötü olsa da bölge halkının bilinci ve ferasetiyle düşman bir türlü istediğini tam olarak alamıyordu.

Ulaşımın yollarının bir kısmı kış şartları sebebiyle kapalıyken diğer kısmı da düşman saldırısı sebebiyle hemen hemen kullanılmaz hale gelmişti. Bu sebeple bölgeye yapılabilecek yardımlar ve lojistik destekler akamete uğruyordu. Tüm ülke, bölge halkı için saatlerle yarışmaya başlamıştı.

Saldırı artık MER’AŞ CUMHURİYET’ inin gündemine bomba gibi düşmüştü.

Bölge halkı sabaha kadar kendi çabasıyla düşmanı püskürtse de öğlene yakın saatlerde düşman son bir hamleyle tekrar saldırıya kalkışmıştı.

İkinci saldırı neticesinde ilk saldırıda darbe alan cepheler daha da sarsılarak yerle bir olmuştu. Ve saatlerle yarışılan bir zamanın göbeğinde acı ve ölüm oturup kalmıştı.

Saldırıdan yaklaşık 1 gün sonra kara yollarının sıkıntıları giderilerek ülkenin dört bir yanından bölgeye doğru yola çıkan lojistik destek bölgeye ulaşmaya başlamıştı.

Tüm ülke adeta bir teyakkuz halindeydi.

Deniz, hava ve karadan yoğun bir şekilde sevkiyatlar yaparak bölge halkına destek olunuyordu.

… artık yaklaşık 3 gün geçmişti.

Bir yandan saldırının yaraları sarılmaya çalışılıyor diğer yandan ise bölge halkının hizmetine açılmak üzere tüm ülkede geçici veya kalıcı yerler ayarlanmaya çalışılıyordu.

İşte tam da bu zaman diliminde bölgenin ileri gelenlerinden ortak bir açıklama yapılmıştı.

Açıklamada ise özel olarak birkaç cümle ülke gündemine bomba gibi düşmüştü.

Bizler etimizle, kanımızla yıllardır bu bölgenin yetiştirdiği tohumlar olarak yine bu bölgede yetişeceğiz. Değerli büyüklerimizden sade ve sadece kadınlarımız, yaşlılarımız ve çocuklarımızın yerleşebileceği geçici noktalar istiyoruz. Zira bizim yeşerebileceğimiz tek toprak, atalarımızın toprağı olan bu topraklar olup kalıcı olarak var olacağımız tek yer tam da şuan bulunduğumuz bu bölgedir”

Tam da bu açıklamayla, düşman birlikleri yaptıkları saldırının hiçbir işe yaramadığını görmüş ve bu durumu çaresiz bir şekilde kabullenmiştir.

Fakat her ne kadar düşman saldırısı yıkımlara sebep olup can kaybına sebep olsa da bölge halkı acısını bir şekilde yüreğine koymayı başarmıştı. Zira bizim yaptığımız en güzel şey buydu zaten. Acımızı içimize ekiyorduk.

Artık sahne tamamen kameramanların, şovmenlerin ve de binlerce takipçileri olan ünlü sosyal medya fenomenlerinin uğrak yerine dönmüştü.

Hemen hemen hepsi bölgedeki canlarımızın canlarına, enkazlarda kaybettikleri geçmişlerine saygı göstermeden alelade yayınlar yapıyorlardı.

Ses duyurmak?

Elbette!

Bölge halkının tüm sesi başta tüm MER’AŞ CUMHURİYET’ i yetkilileri olmak üzer tüm ülkeye hatta tüm dünyaya duyurulmalıydı.

Ama yolu bu olmamalıydı!

Yalan, yanlış, kulaktan dolma bilgilerle bölge halkının derdine dert katarak duyar kasılmamalıydı.

Bölge halkının sinirini oynatan şey sadece bunlar değildi elbette. Bölge halkı bir türlü acısını yaşayamıyordu.

Gün gün resmen siyasilerin turistik gezileri başlamıştı bölgeye.

Hemen hemen ilk iki gün (ki bazıları yedi sekiz gün) görünmeyen başta bölgenin yerel yönetimleri olmak üzere ülkenin milletvekilleri, bakanları vs. bölgeye akın akın ziyarete başlamıştı.

Tabi ki bölge halkı kimin bir şeyler için koşturduğunu, kimin sırf gösteriş uğruna oraya geldiğini biliyordu. Zaten bundan dolayı ki kimisine toprağa bir adım bile attırmamışken kimisini ise bağrına basıyordu. Savunma sanayide gelecek vadeden adımlar atan ÖKKEŞ SANCAKTAR’ ı canlarına basan bölge halkı en kaz altındaki yakınlarını unutarak Ökkeş Sancaktar’a can siper olmuştu.

Saldırının üzerinden yaklaşık 15 gün geçmişti ki bölge halkı molozlar arasında saldırının etkilerini üzerlerinden atmaya çalışıyorlardı.

Onları artık rahatsız eden en büyük şey ne kaybettikleri canları ne de enkaz çöplüğüne dönüşen mallarıydı. Onları en çok hüsrana uğratan, onları en çok yaralayan şey; ülke gündeminde var olan siyaset gündemi ve siyasetin de onların acıları üzerine yapılıyor olmasıydı.

Ve çok vakit geçmeden hayatta kalan bölgenin ileri gelenleri adeta bir manifesto açıklarcasına bir bildiri yayınlamıştı.

“MER’AŞ CUMHURİYET’ inin değerli, saygı değer yetkilileri ve kıymetli büyüklerimiz;

Biliyoruz ki siyaset için seçimler olmazsa olmazdır.

Bu sebeple ülke gündeminin normale dönerek bölgemizin unutulmaya başlamasına da anlam verebiliyoruz.

Lakin bizleri üzen şey şudur ki bizlerin acısının siyasetin bir ö-malzemesi olarak seçimlerde bir malzeme haline getirilmesidir.

Yaklaşık 4-5 aydır seçim olacağı söylenilmekte ve konuşulmaktadır.

Şimdi sizlere sormaktayız.

Seçmen kütük listelerimizi hangi mahallemizin mezarlığına asacaksınız acaba?

Düşman saldırısıyla bazı mahallelerimiz adeta haritadan silinme durumuna gelmişken oy kullanma yerlerimizi hangi enkaz bölgesine yönlendireceksiniz acaba?

Sizlerden tek isteğimiz şudur ki: Haysiyet, namus ve şeref kavramlarının bizlere kazandırdığı öğretiler doğrultusunda derhal enkazlarımız üzerindeki tepişmeyi bırakmanızdır.

Zira hala hemen hemen her enkazın başında canın cansız bedeninin çıkmasını bekleyen komşularımız, canlarımız var.

Acımıza saygı duymanızı istirham ederiz.

Elbette bölge halkı ve tüm MER’AŞ CUMHURİYET’ i, başta düşmana yardım ve yataklık edenleri unutmayacaktır.

Göz göre göre cepheleri güçsüzlendirenleri unutmayacaktır.

Cepheler güçsüzleştirilirken bunları görmezden gelen yetkilileri de unutmayacaktır.

İlk günden itibaren bu savaşın içerisinde yer almayan, korkak savaşan yerel yönetimdeki büyüklerimizi unutmayacağımız gibi canla başla bizlerle mücadele eden Ökkeş’lerimizi de unutmayacağız. Son olarak sözümüz şudur ki; kurt kışı geçirir lakin yediği ayazı unutmaz!

Kamuoyuna saygıyla…

Kusurumuz olduysa affola.