Nasıl yazmaya başlamam gerekiyor?

Nasıl cümleler kurmam gerekiyor?

Açıkçası bilmiyorum.

Acımız diri, göz kapaklarımızda hüzün bulutları, her iç çekişte sonsuz dua…

Kiminle görüşsek korka korka ilk sorduğumuz soru “ senin de bir akraban var mıydı deprem bölgesinde” oluyor…

Kimi ailesini kaybetmiş, kimi akrabalarından onlarca kişiyi kaybetmiş.

Kimisinin ise çatallaşan sesi arasında “Çok şükür can kaybı yok. Ama evler yıkılmış durumda…”

Bu cümleden sonra ne denebilir ki?

Yutkunmaktan başka ne tamamlayabilir bu cümle?

Evini, taşını, toprağını bırakıp mevsimlik bile batıdaki oğlunun yanına gelmeyen canlar şimdi ellerinde bir poşetle çaresizlik içinde yerinden yurdundan ata ocağından göç etmek zorunda kalan bir cana hangi cümle teselli olabilir ki?

Ne acı…

Ne acı bu zamana kadar bir kez olsun birinden bir yardım almayıp, deprem sabahı bir parça ekmek, bir tas çorba uzatılması…

Bir çadırın etrafında defalarca kez dolaşıp en sonunda boynunu bükerek “kaç gündür bir bardak çay içmedim evladım. İstemeye de utandım. Bir bardak çayınız var mı?” diyen bir anaya, babaya, cana ne denebilir ki?

Bir gecede yokluğa uyanmanın acısı…

İki evladını kaybedip en azından diğer evladım sağ çıksın diyen babanın acısını ne anlatabilir…

…bu acıları hepimiz sabahtan akşama kadar televizyondan (dayanabildiğimiz) kadar izliyoruz. Daha fazla bu acılardan bahsetmek istemiyorum. Benim bu yazımda asıl bahsetmek istediğim başka bir şey var doğrusu.

İbni Haldun’un dediği gibi coğrafya kaderdir!

Şimdi burada vatanımızın coğrafi konumundan, öneminden bahsetmeyeceğim açıkçası. Ki ne kadar önemli ve ne kadar sorunlu bir bölgede olduğumuzu hemen hemen herkes bilmekte.

İşte bu zorluklardan biri de hemen hemen her afet durumunda içten başlayan dıştan desteklenene türlü türlü “iç savaş” senaryoları.

İzmir’ de deprem olur. Hemen belli bir kesimden “işte şöyle açık giyinirsen, şöyle içki içersen, şöyle Allah’a karşı gelirsen böyle olur” cümleleri dökülmeye başlar, sosyal medyada bir anda yayılıverir. Ve yaşanılan acı yetmiyormuş gibi bir de bu ayrıştırma çığırtkanlarıyla uğraşmak zorunda kalıyoruz. Keza aynı şekilde Van’da deprem olur bu kez de “kürtlük” vs. kafatasçılığı yapılarak yine bir ayrıştırma girişimine girerek belki de yine aynı çevreler “türk-kürt” ayrıştırma çığırtkanlığı peşinde koşuyor.

Ve de maalesef bizler de çok çok az da olsa her millette olan yağmalama konusu!

Hafızasını şöyle bir yoklayanlar 17 Ağustos depremini hatırlamaya çalışırsa belki görecektir. Yine yağmalama olayları vardı. Fakat o dönem Afgan - Suriye olmadığı için o zaman da yağmalama suçları Kürt kardeşlerimizin omzunda kalmıştı.

Çünkü o dönem iç çatışmayı ancak öyle başarabilirlerdi.

Neyse ki bizim millette çok çok ayrı bir feraset var. Her şeyden önce partisi ne olursa olsun “vatan bilinci, millet bilinci” var. Belki de sırf bu yüzden başaramıyorlar. Ama maalesef onlar da bir türlü vazgeçmiyorlar. Her afet durumunda çomak sokmaktan vazgeçmiyorlar.

Gel gelelim şimdiki zamana…

1.       İlk olarak yağmalamaları Suriyeliler üzerine Afganlar üzerine atarak başta Hatay olmak üzere o bölgede acımıza başka acılar yüklemek istediler. Neyse ki milletimizin, emniyet güçlerimizin gayretiyle, provokeler sonuçsuz kalmıştır.

Yağmalama var mı? Var. Yağmalayıcılar arasında Suriyeliler yok mu? Var. Dikkatinizi çekmek istediğim şey şu ki dezenformasyon hiç olmadığı kadar tavan yaptı. Belli başlı hesaplar tarafından paylaşılan “emniyet güçleri veya halk tarafından” cezalandırılan yağmalamacıların görüntüleri müthiş bir şekilde paylaşılarak hedefe konulan kesimler belli edildi.

2.       İkinci olarak özellikle Hatay bölgesinde “alman medyası desteğiyle alevi – sunni çatışması” amacıyla körüklenme durumları da yine bölge halkımızın ferasetiyle sonuçsuz bırakılmıştır. Bazı çevrelerin o bölge için “alevi olduğunuz için devlet size geç geliyor, yardım göndermiyor” yaygarası çok şükür bizatihi alevi kardeşlerimizin gayretiyle bertaraf edilmiştir.

Sadece Hatay değil hemen hemen her bölgeye geç gidilmiştir. Bu durumun asıl sebebi ise şüphesiz ki depremin doğrudan etkilediği il sayısının çokluğudur. Hatay’ın talihsizliği ise maalesef yolların kullanılamaz hale gelerek ulaşımın güç hale gelmesidir. Ki aynı durumlar Kahramanmaraş ve Gaziantep için de geçerlidir.

3.        Üçüncü olarak ise üniversitelerdeki eğitimde online eğitime geçilmesi. Ben de bu duruma karşıyım lakin şu an online eğitime karşı olanlar pandemi dönemindeki online eğitim için olsun diye yaygara koparıyorlardı. Ki masaj salonları, hamamlar açıkken okullar, eğitim kurumları kapalıydı.

Online eğitime geçilmesi demek birincisi tabiki yurtların vs. depremzedeler için kullanılması. İkincisi ise ki bence en önemlisi. Üniversitelerde gençliğimiz üzerinde oynanacak oyunların oynanabilme ihtimalidir. Çünkü online eğitim ilan edilir edilmez firari durumda olanlardan tutun yurt dışındaki birkaç kişi hemen “üniversiteli öğrenciler ayaklanmalı kapıya dayanmalı” yaygarasını koparmaya başladılar bile.

Velhasıl durum şu ki maalesef coğrafyamızda acımıza bile odaklanamıyoruz. Yıllardır acımızla bizleri baş başa bırakılmadık. Tüm bunları bilerek hareket etmeliyiz, sağduyulu olmalıyız.

Tabi ki unutmamamız gerekenleri de asla unutmayalım.

Mesela sokağa çıkmayan belediye başkanlarını unutmayalım.

Mesela yerel yönetimde yer alıp ortalıkta görünmeyenleri unutmayalım.

Müteahhitlerle beraber o projelere imza atan, onay verenleri unutmayalım.

Yollarda, viyadüklerde yanlış çalışma varsa yanlış çalışma yapanları unutmayalım.

Gayret gösterenler canla başla çalışanlar müstesna. Bu canları da unutmayalım.

Rabbim acımızı diri tutsun.

Diri tutsun ki hiçbir şeyi unutmayalım.

Rabbim vefat eden canlarımıza rahmet eylesin.

Yaralanan kardeşlerimize acil şifalar ihsan eylesin.

Rabbim bu güzel vatanda devletimizin, milletimizin yokluğunu, bir an bile eksikliğini göstermesin.

Kusurumuz olduysa affola.