“İnsanlık çok ilerledi. Artık görünmüyor…”

Güneş en tepede…
Kavurucu sıcak...
Uçsuz bucaksız bir okyanusu andıran vaha...
Ve çölün ortasında "çaresiz, aç, susuz" bekleyen bir bedevi...
...
Velinin biri sıcaklığın en hâkim olduğu bir zaman diliminde çölde devesiyle giderken bedeviye rastlar.
Bedevi,
"Lütfen bana acıyın. Aç, susuz buralarda kaldım. Bana bir yudum su verin" der. Bu çağrıya dayanamayan veli, devesinden iner ve su küfesini devenin sırtından indirir. Tam suyu doldurup bedeviye uzatırken bir anda bir tekmeyle yere yığılır. Veli yerden doğrulmaya çalışırken bedevi, devenin sırtına biner ve sürmeye başlar. Veli yerinden doğrulur ve arkasından yalvarırcasına seslenir,
"N'olur dur tek bir şey söyleyeyim yine devam et, devemi eşyalarımı neyi çalıyorsan çal. Ama n'olur bana bir fırsat ver bir şey söyleyeceğim" diye defalarca kez bağırır. En sonunda bedevi deveyi durdurur.
"Söyle bakayım ne diyeceksin. Yaptığımın yanlış olduğunu söyleyeceksen hiç nefesini boşa tüketme!" der.
Bedevi cümlesini bitirir bitirmez Veli, sağ eliyle sakalındaki kumları silkelerken konuşmaya başlar.
"Evlat senden tek isteğim var. Tamam devemi al sıkıntı yok. Yalnız tek bir şey istiyorum. Yalvarırım gittiğin yerlerde bu durumdan bahsetme. Yoksa bir daha hiç kimse gerçekten yolda kalmışlara yardım etmez."
...
İşte...
"Yoksa hiç kimse gerçekten yolda kalmışlara yardım etmez"
Tüm her şey bu cümlede saklı...
...
Biz insanoğlu bazen o kadar çok her şeyi hunharca harcıyoruz ki herhangi bir şeyin daha varlığını hissetmeden yokluğuna düşüyoruz.
Ve varlığını hissetmeden yokluğunu kabullendiğimiz şeylerden biri de maalesef bizi biz yapan merhamet duygusu.
...
Bugünkü yazımda eğitimden "uzaklaşmaya" karar verdim doğrusu. Ve kalemi de elime bu niyetle aldım.
Fakat "eğitimden" uzaklaştıkça gerçek eğitime yaklaşacağımız bir yazı olacağını düşünüyorum...
Gelelim derdimize...
...
Ecrin bebek...
...
Hepimiz öyle ya da böyle bir yerlerde ismini duymuşuzdur diye düşünüyorum.
Hani ticaret sanayi odası seçimleri olduğu gün fen lisesinin önünde, yağmur altında çırpınan babanın kızı Ecrin...
Hani herkesin kendi derdine düştüğü, kimsenin yalnızlığını görmediği babanın evladı Ecrin.
Hani belediye meydanında hoparlörden acısının haykırıldığı fakat bize belli belirsiz bir ses gibi gelen o dünyalar güzeli kardelen Ecrin...
Kardelen evet...
Gün gelecek nasırlaşmış, hissizleşmiş kalplerimizi yara yara yeşerecek bir çiçek olan Ecrin.
Bizi insanlığa davet eden,
Bize insan olduğumuzu hatırlatmaya çalışan Ecrin.
Aylardır yaşam mücadelesi veren,
Yaşamla ö... arasında gidip gelen Ecrin.
Kimsenin görmediği,
Kimsenin acısını paylaşmadığı,
Görmezden gelinen,
Samimiyetten yoksun bir şekilde "Allah yardımcısı olsun" dediğimiz,
"Bu hastalığın aslında tedavisi yok" deyip yanımızdakine ağız dolusu açıklama yaparak yanından es geçerek geçtiğimiz Ecrin.
"Ya ama bu tarz şeyler de o kadar çoğaldı ki kime güvenebileceğimizi bilmiyoruz" deyip de bir kez olsun bu acıyı dert edinip, en azından yalnızlığını paylaşmak için bile yanına gitmediğimiz babanın tek meleği olan Ecrin.
...
Tüm bunların sebebi mi?
Çölün ortasında deveyi çalıp, her gittiği yerde ağız dolusu salyalarıyla kahkaha ata ata yaptıkları alçaklığı, nankörlüğü anlatanlar.
Milletin onurunu,
Duygusunu,
Merhametini,
Sevgisini,
Saygısını üç beş kuruş için çalıp da övünülecek bir şeymiş gibi anlatanlar...
...
Çok şeyimizi çaldılar.
Her haberde "dolandırıcılar şu kadar miktar parayı alıp ortalıktan kayboldu" diye bahsedildi.
Lakin bizlerden aldıkları şey sadece para değildi.
Bizlerden her şeyi aldılar…
Merhametimizi,
Hemhal olmayı,
Birinin derdiyle dertlenmeyi
Birinin acısını paylaşmayı
Bayat ekmeği bölüşmeyi
Yetim başını okşamayı
Düşkünü, güçsüzü, yoksulu gözetmeyi...
Velhasıl her şeyimizi aldılar bizden.
...
Çok değil on beş yirmi yıl öncesi…
Mahallede bir cenaze mi oldu?
Mahallenin çocukları olarak, mahalle maçlarına bile ara verirdik.
Evde televizyon açmazdık.
Çocuk aklımızla açmış olsak, babamız geldiğinde uyarılırdık.
Belki o an anlam veremiyorduk.
Maç yapsak n’olur yapmasak n’olur…
Televizyon açılsa n’olur açılmasa n’olur…
Müzik dinlense n’olur dinlenmese n’olur…
diyorduk...
Meğer olay o değilmiş...
Olay tamamen o acıyı paylaşmakmış
Hissetmeye çalışmakmış...
Şimdi mi?
Ortada iste.
Her gün kim bilir kaç kez yanından geçiyoruz.
Bir uçta Ecrin bebek bir uçta Yaren bebek...
Kaç kez yüreğimiz sızlıyor?
Kaç kez gerçekten o acıyı hissediyoruz?
Hepimiz bu soğuk havalarda hızlıca yanlarından geçerken hiç düşünüyor muyuz onların üşüyüp üşümediğini?
Hangi yangının onları orada ayak tuttuğunu?
Allah aşkı için gözlerinizi kapatın ve bir an için "Allah uzak etsin" düşünün...
Orada siz olsanız?
En sevdiğiniz, hastane köşesinde ö..mle mücadele ederken siz onun yanında olamasanız,
En değerliniz bir gün daha nefes alsın diye kapı kapı gezseniz
Her kapıda size samimiyetsizce hak veren ama elini taşın altına koymayan onlarca yüzle karşılaşsanız
Şuan yanından geçerken yaptığımız yorumları veya düşünceleri aynen karşınızdakiler dile getirse veya bunları size hissettirse...
Ne yapardınız?
Ne söylerdiniz?
Düşünceniz şimdiki gibi mi olurdu?
...
Artık el ele verilsin.
Ateş düştüğü yeri yakmasın mesela
Gelin hep birlikte tutalım ellerinden.
Devlet…
Şu, bu, o...
Her şeyi boşverip biz tutalım birbirimizin elinden
Tutalım da hep birlikte meydanda yaşayalım o güzel haberin sevincini
Mutluluk gözyaşlarıyla herkes sarılsın birbirine...
Bir bebeğin gözlerine kaç dünya sığar bilemeyiz ki
Avuçlarında kaç meleğin kanadı çırpınır bilemeyiz.
Birlik olalım
Birlik olalım
Birlik olalım
Eğitimcisinden
Sanayicisine
Esnafından
Memuruna herkes bu acıya ortak olsun ki hep birlikte yaşayalım mutluluğu.
Tutalım ellerinden de hem Ecrin bebeğimize hem de Yaren bebeğimize nefes olalım.
İnsanlığın hala var olduğunu hep birlikte gösterelim.

Ne mutlu bu iki meleğinin derdiyle dertlenip ellerini taşın altına koyanlara...

Kusurumuz olduysa affola.